kader “kef”le yazılınca keder okunuyor
ben gök yarılacak da tüm sırlar üzerimize gürleyerek yağacak diye nefesimi tutup gözlerimi kapadım.
herkes öyle yapmış ama onlar bilinmezliğin hazzını tatmaya yummuş ziyalarını.
ben daha alışacağım o zaman.
rindlerin keyfi yerinde, zahidler sıkıntıda olduğunda ben korkunun avcunda kalıveririm yoksa.
“harâbâtı görenler her biri hâletin söyler
safâsın nakl eder rindân, zâhid sıkletin söyler”
***
aslında ben onu bugün daha bir sevdim. düşlerimizi tokuştursak da denize denize eğsek ya başımızı. o zaman olur.
“birisi çekip alsa ya bizi.. bu dipsiz kuyudan” der demez o, endişeden kaskatı olmuş duvarları bir bakışımızla deleriz sandım.
aklımızdan geçenleri saymadık. ama yakıştı birbirine bir yığın çıldırmış şarkı sözü de kolumuza girince.
ben daha düş kuracağım o zaman.
akıldan muafiyet diye birşey olmasa gerçek saray olmazmış yoksa.
“ne zapt-ı hâkim-i şer’i, ne hükm-i zâbit-i aklî
cünûn iklîmini seyreyleyenler rahatın söyler”
***
dilimden düşen her sözde biraz buğu var
söylediğim herşeyi bana boyuyorum o zaman.
çingene çalınca yiğit, naçar söyleyince hafif…
halimi anlatmaya bu yorgunlukla kalkmazdım yoksa.
“meyân-ı güft ü gûda bed-meniş, îhâm eder kubhun
şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler“
yukarıdaki italik gri beyitler
“ma’lumdur benim sühanım mahlas istemez
fark eyler anı şehrimizin nüktedanları” diyen nedim’e aittir.
Osmanlica’ya mi calisalim ne! :-)
:)
o halde ben hemen buradan bir ekleme yapayım;
birinci beyit:
harâbâtı görenler her biri hâletin söyler
safâsın nakl eder rindân, zâhid sıkletin söyler
meyhaneyi görenlerin her biri bir başka halini anlatıyorlar. rindlere bakıyorsun safasıdan dem vuruyor, sofuya bakıyorsun bunaltıcılığını söylüyor.
ikinci beyirt:
ne zapt-ı hâkim-i şer’i, ne hükm-i zâbit-i aklî
cünûn iklîmini seyreyleyenler rahatın söyler
ne hakimlerin kontrolü, ne akleden zabitin hükmü geçerli
delilik alemini seyredenler oranın rahatlığını söyler
üçüncü beyit:
meyân-ı güft ü gûda bed-meniş, îhâm eder kubhun
şecaat arz ederken merd-i kıbtî sirkatin söyler
özünde kötü olanlar, havadan sudan bile sözederken hemen kendilerini belli ederler. nitekim çingene beyi de yiğitliğini anlatayım derken hırsızlığını ortaya dökmez mi?
kudemanın kırk atlısı
“gök yarılıp kırmızı bir sahtîyân olduğu zaman..”
..
Varlığın/d/a avuç açmak güzel..
anâsır-ı erbaa’dan âteşe tâlib olmak zôr iştir
lâkin âteşlere yanmayan ol pinhânı göremez
kul bazârında satılmaz Hâk nazarının sırrı
fanîde fenâya râzı âdem Ol nihânı(c.c) göremez
/Sâni/dir mârifeti usta keserine düşüren
erbâb-ı aşk olmayan âsarda ihtişâmı göremez
meğer cevhere kalb-i yed’i ile bakamaya usta
yed/i/ cihâna dalsa katrede insicâmı göremez
âmâ-ı aşktır gören göz değil tutmasa da eli
aşka âmâ sahib-i dükkân elde câmı göremez
hamaldır hikmet bilmez, hakikate kör bakar
şems pürziyâ olsa âna hâlette tek encâmı göremez
nice arasan seni /sen/de bulursun nezir
yol düşürmeyen cânana canda cânı göremez
saçılmasa da kelimeler ve parlamasa da karanlıkta, kelimelerin aydınlattığı bir zaman dilimi, /arif olanlar anlar!/ ve /süleymanlar bilir kuş dilini../ diyerek avutuyordun kendini..Uçuk bir gülümsemeydi etrafına saçtığın..dağın ardını göremeyecek göz ne kadar da gereksizdi..