Şub
Hadrian’usun Anıları
Posted in BibliyAtopya, CurnalAtopya, Mimento Mono, PlAtopya, Quanta | No Comments »Adını Kuzey İtalya’da, Adriyatik Kıyısı’nda bir şehir olan Hadria’dan alan, Pantheon’un bugüne kalan mükemmel kubbesini tasarlattıran, İngiltere’de sınırları güçlendirmek için hala bazı kısımları ayakta olan Vallum Aelium‘u yaptıran, Edirne’ye adını veren, Yunan estetik anlayışına aşık olan (bu yüzden ona Graeculus – Küçük Yunan – deniyor), Roma’ya sakalı miras bırakan, külleri Castel sant’Angelo’da saklı imparator Hadrianus hakkında bu söylediklerimden başka şey bilmiyordum yakın zamana kadar.
Şimdi Yourcenar’ın toplamda elli yılı bulan araştırmasının sonucunda yazdıklarını okumam sırasında bulduğum işaretleri, teker teker takip etmek isteyecek kadar meraklı hale geldim. Hadrianus’un Anıları’ndan sonra. İtalya’da, İspanya’da, Yunanistan’da, Mısır’da, Türkiye’de, Kudüs’te, Almanya’da, İngiltere’de, daha birçok yerde ikinci yüzyıldan beri ayakta durabilmiş izleri olan bir adamı yazmakla ne güzel bir iş yapmış Yourcenar.
Şöyle diyor :
"Yazdığı her şeyi bilge diye nitelendireceğimiz bir adamın portresini durmadan çizmek tutkusuna kapıldım. "
Hadrianus’un Tivoli’deki villasının olduğu yere Yourcenar’ın adının verilmiş olması da ziyaretimden öncesine kadar bilmiyordum, yolgöstericimin de izlerini bulmak çok güzel oldu.
‘Augustus’un Pantheonu’na tepesinden günün çarkını içine alan hem açık-hem kapalı mükemmel kubbeyi tarifini, Yahudilerle Helenlerin birbirlerini anlamak istemeyişlerine çözüm bulma arayışlarını, ilahi dinler ve mezhepleri hakkındaki tespitlerini Hadrianus’un dilinden okudukça, bu titiz ayıklamaların teyitlerini kaynaklarda gördükçe kitap hiç bitmesin istedim.
Birkaç gün önce Castel sant’Angelo’ya – Hadrian’ın yaşarken kendine ve yakınlarına gelecek yüzyıllarda dinlenecekleri yer olsun diye yaptırdığı anıtmezara – üç kişi gittik. O kadar uzun zaman geçirmişim ki içinde, diğerleri dayanamayıp çıktılar, beni Pons Aelius’ta beklediler. İçindeki altından yapılmış bir prense benzettiği zevkli Lucius’un küllerini, Hristiyanlıkla beraber kale, mesken ve hapishane oluşunu, Suriye’de yakaladığını söylediği farkedişten sonraki ölüm üzerine düşündükleri ve bu anıtmezarı yaptırmaya karar verişini düşündüm. Gördüğüm izler, önceden karşılaşsam bana bu kadar güzel görünmeyecekti büyük ihtimalle.
Trajan Column; Trajan’ın mezarı olduğu için değil, onun karısı ve Hadrianus’un en sevdiği dostu olan Plotina orada olduğu için önemli geldi bana. Akıl ve ruh olarak başka kimseyi bu kadar yakın duymayan Hadrianus, onun için şöyle diyordu kitapta:
"İyi eğitilmiş bir kulak bile aramızdaki gizli uyumun tonlarını yakalayamazdı. Kolay olandan nefret ettiği için temizdi. Dostluk tüm benliğini verdiği bir seçimdi; benim yalnız aşık olduklarıma verdiğim gibi kendisini bir dosta tümüyle adıyordu."
Bütün bir kitap aslında imparatorun seçtiği halefe yazdığı bir mektup şeklinde. Onu neden seçtiği, onda ne gördüğü, neden babadan oğula geçen yönetimler yerine iktidarın ona yaraşan kişiye verilmesine inandığını anlatıyor:
“Yaşlılık ve ölüm yaklaştıkça, görkemlerini bu saygınlığa eklemeye başlarlar; insanlar saygıyla yolumda çekiliyorlar; bir zamanlar yapmış oldukları gibi beni artık dingin ve sıkı tekdüzen tanrısı Mars Oradivus ya da tanrılardan esinlenmiş ağırbaşlı Numa ile karşılaştırıyorlar. İnsan dostluğunun huzurlu keyifleri benim için yok artık; insanlar beni artık sevmeyecek kadar beğeniyor ve saygı duyuyorlar.
Kendimi bir başkasına miras bırakmaya özel bir ilgi duymuyorum. Aslında, insanın gerçek sürekliliği kanla belirlenemez; İskender’in dolaysız vârisi bir Asya kalesinde Persli prenslerden doğan bebek değil, Caesar’dır; çocuksuz ölen Epaminondas, çocuk yapmak yerine zaferler kazandığını söyleyerek övündüğü zaman haklıydı. Tarihte yeri olan insanların pek çoğunun sıradan ya da daha beter çocukları olmuştur; kendi içlerinde bir soyun tüm kaynaklarını tüketiyor gibidirler.
Bir babanın sevgisi, her zaman bir yöneticinin çıkarlarıyla çelişkilidir. Aksi takdirde, imparatorluğu, gelecekteki prens için en kötü okul olan, prenslik eğitimin etkisi altında ezilir gider. Neyse ki, bizim devletimiz, imparatorun yerini alacak insan için bir kural getirebilmiş, evlat edinme kuralını biçimlendirmiştir; bu konuda Roma’nın bilgeliğini görebiliyorum. Seçim yapmanın tehlikelerini ve yanlışlık olasılıklarını da görebiliyorum; ana ve baba sevgisinin insanları kör eden tek suç olmadığını da biliyorum; aklın egemen olduğu ya da hiç olmazsa rol oynadığı her karar, benim için her zaman, şans ve düşüncesizliğin belli belirsiz isteklerinden üstündür.
Marcus; saf yüreklilerin yakalandıkları eş ya da erkek evlat tuzaklarına mı düşeceksin; yoksa yaş, hastalık, yorgunluk ya da her şeyin boş olduğunu ve onun için de erdemlerin de boş olduğunu söyleyen düş kırıklığı tuzağına mı? Çocuksu içten yüzünün yerinde yaşlı bir adamın görüntüsünü düşünebiliyorum.
Bu onurları küçümsemeyle kabul ettin; rütben saray hayatını zorunlu kılıyor; sonuna kadar hayat kapsamıma giren tüm zevkleri topladığım bu yer, Tivoli, senin körpe erdemlerini rahatsız ediyor. Ciddi ciddi dolaşırken sen, güller kaplı patikaların çekiciliğine kapılmanı seyredip gülümsüyorum; Veronica ile Theodoros arasında tatlı tatlı tereddüt ediyorsun, sonra ansızın ağırbaşlılık ve sadelik uğruna ikisinden de vazgeçiyorsun."
***
Kitaptan ve oradan yola çıkarak bulduklarımdan sonra; birilerinin gerçekten burada diyeceklerimi okuyacağını bilsem, kendi kısır anlatımımla her Hadrian büstünü, Capitoline Müzesi’nin her salonunu iştahla anlatabilirim. Hadrianus’un arkasından çok gözyaşı döktüğü sevgilisi Antinous’tan ve ölümünden bilerek hiç bahsetmedim. Her ne kadar burada kendime notlar alıyor durumunda olmam etiketli tasnifler gerektirmiyor olsa da, onunla ilgili notları ayırıp bir başka başlıkta toplamak istedim. Bu ilk olanda asıl istediğim, Hadrianus’un dilinden ‘Yourcenar’ın Hadrianusu’nu okumayı ve ikinci yüzyılı övmek:
“Kitaplarımızın tümü yok olmayacak, heykellerimizin de; kırılsalar da onarılacaklar; kubbelerimizden ve alınlıklarımızdan başka kubbeler ve alınlıklar yükselecek; birkaç insan daha bizim düşündüğümüz gibi düşünecek, çalışacak ve duyacak; yüzyıllar arasında düzensiz olarak serpiştirilmiş ve arada sırada rastlanan bu tür ölümsüzlüğe güveniyorum. Sonsuz Roma’nın değişikliklerini sükunetle kabul ediyorum.”