Archive for Şubat, 2008

Se una notte d’inverno un viaggiatore (*)

Posted in Apokalipya, Bâd-ı Hevâ, BibliyAtopya | Se una notte d’inverno un viaggiatore (*) için yorumlar kapalı

…with “pluielvino, pluiwida, pluieder and pluie (**)” adaptation…



ona hiçbirşey sormamama karşın, bir önceki gün alanda gördüğümü fark etmesi üzerine orada bulunmasının gerekçesini açıklama gereksinmesi duydu. Bana bir şey söylememesini yeğlerdim, çünkü konusu insan figürü olan resimler ilgimi çekmez ve bana gösterse bile onlara ilşkin bir yorumda bulunamam; zaten böyle birşey olmadı da. bu tür resimleri özel bir dosyada tuttuğunu, genç hanımın bunu iki ziyaret arasında cezaevi bürosuna bıraktığını düşündüm, çünkü dün – bunu çok iyi anımsıyorum- yanından hiç ayırmadığı resim albümü ve kalem kutusu elinde değildi.

konuyu değiştirmek istediğim için kesin bir dille, “resim yapmayı bilseydim sadece cansız nesnelerin biçimlerini incelerdim”, dedim; “kaldı ki nesnelerin kımıltısız mutsuzluğunda kendi ruh halimi bulmak konusunda doğal bir eğilimim olduğunu hissediyorum.”

bayan pluiwida, duraksamadan benimle aynı görüşte olduğunu söyledi: çizmeyi istediği nesne balıkçı teknelerinde kullanılan “filika demiri” denen dört kollu çıpaymış. rıhtıma bağlı teknelerin yanından geçerken bana birkaç örneğini gösterdi ve dört kolun değişik eğim ve açıdan çiziminin zorluğundan söz etti.

….

çıpa bir yerde takılıp tutunup kalmam, yere basmam, bu yüzer gezer ve su yüzeyinde kalma durumundan kurtulmam konusunda bir çağrı olabilirdi. ne var ki bu yorumun uyandırdığı kuşkular da yok değildi: belki de demir alıp uzaklara açılmam gerekiyordu. filika çıpası biçimindeki bir şey, dört çengelli diş, dipteki kayalara sürtünerek yıpranmış dört demir kol bana parçalanmadan, acı çekmeden hiçbir kararın alınamayacağını hatırlatıyordu. neyse ki söz konusu olan açık denizlerde kullanılacak ağır bir demir değil, küçük bir çıpaydı. demek ki benden istenen gençliğin olanaklarından vazgeçmem değildi; bir an için mola vermem, düşünmem, içimdeki karanlığa sonda indirerek yoklamam gerekiyordu.

“bir nesneyi bütün bakış açılarından keyfimce resmedebilmem için dedi pluiwida, “onunla yakınlık kurabileceğim biçimde yanımda tutabileceğim bir tanesine sahip olmam gerekiyor. sizce balıkçı bana bir tane satar mı?”

“sorabiliriz,” dedim. “neden siz bir tane satın almıyorsunuz?”

“ben buna cesaret edemiyorum, çünkü genç bir hanımın böyle kaba bir aleti satın alması şaşkınlık yaratabilir.”

“palamarı da çıpaya bağlı olsun,” diye belirtti pluiwida. “güzelce sarılmış bir halat yığınını çizerek saatler geçirebilirim. bu nedenle uzun bir halat da satın alın: on , hatta oniki metre olsun.”

balıkçı ansızın bu durumdan kuşkulandı: “peki ne işinize yarayacak bu?”

şöyle bir yanıt vermeliydim: “resmini yapmak için”, ama bayan pluiwida‘nın bunu değerlendirmekten yoksun ortamda sanatsal etkinliğini ortaya koymak konusundaki çekingenliğini biliyordum; kaldı ki, benden yana doğru yanıt şöyle olmalıydı: “onu düşünmek için” ve bilmem ne anlardı bundan.

“bu benim bileceğim şey” dedim.

kestirip attı balıkçı: “ben malımı satmıyorum.”

satıcıyla da aynı şey geldi başıma:

“bu tip şeyleri yabancılara satamayız,”, dedi. “polisle başımızın derde girmesini istemeyiz. bir de oniki metre halat istiyorsunuz… sizden kuşkulandığımdan değil, ama bir tutuklunun firarına yataklık için cezaevinin parmaklıklarına filika demiri fırlatmak ilk kez yaşanan birşey olmayacaktır…

firar etmek” sonu olmayan bir düşüce fırtınasın kapılmama neden olan birkaç sözcükten biridir. bir çıpa arayışı içine girmiş olmam bana firarın, belki değişimin, hatta yeniden doğuşun yolunu işaret eder gibi. ürpererek cezaevinin ölümlü bedenim olduğu, beni bekleyen firarın ruhun kopuşu anlamına geldiği, bunun yeryüzünden ırakta yaşanacak bir hayatın başlangıcı olarak yorumlanması gerektiği düşüncesini zihnimde uzaklaştıramıyorum.

mezar taşları arasında ilerlerken telaşlı ve hışırtılı bir gölge bana değince fren yaptı ve bisikletinden indi. bisikletinin fenerini yakmadan mezar taşlarının arasında dolaştığını görünce şaşırarak “pluieder!” diye bağırdım.

“şşt!” diyerek beni susturdu. “pek temkinsiz davranışlarda bulunuyorsunuz. gözlemevini size emanet ederken firar girişiminde bulunacağınızı düşünmemiştim. bizim bireysel firarlara karşı olduğumuzu bilmenizi isterim. zamana zaman tanımak gerek. yürüteceğimiz daha genel bir planımız var ve daha uzun bir süreçte gerçekleşecek.”

eliyle çevresini göstererek “biz” deyince ölüler adına konuşuyor sandım. belli ki pluieder, beni henüz aralarına kabul etmeyen ölülerin sözcüsüydü. su götürmez bir rahatlama hissettim.

“biraz da sizin yüzünüzden yokluğumu uzatmak zorundayım,” diye ekledi. “yarın ya da sonraki gün karakoldan çağrılacak ve filika çıpası yüzünden sorguya çekileceksiniz. beni bu işe karıştırmamaya özen gösterin. hakkımda tek bildiğiniz şey, yolculuğa çıktığım ve ne zaman döneceğimi söylemediğim. birkaç günlüğüne verileri toplama işinde benim yerimi tutmayı kabul ettiğinizi söyleyebilirsiniz. zaten yarından itibaren gözlemevine gitme işinden izinlisiniz.”

beklenmedik bir çaresilik içinde, “hayır, işte bu olamaz” diye haykırdığımda, oranın beni evrenin güçlerinin efendisi kıldığını ve onu düzene soktuğumu sanki o anda farkediyordum.

sabah erkenden gözlemevine gittim, basamağa çıktım ve ayaka dikilerek göksel kürelerin müziğini dinlercesine kayıt aletlerinin tik-takına kulak verdim. rüzgar yumuşak bulutları önüne katmış sabah göğünde esiyordu; bulutlar önce saçaklanıyor, sonra kümeleniyordu; saat dokuzbuçuğa doğru beklenmedik bir yağmur indi ve yağmurölçerde birkaç santilitre yağmur suyu birikti.

teneke saçak hızla yağan yağmurun altında davul gibi ötüyordu, rüzgarölçer fırıl fırıl dönüyordu; çatırtılardan ve sıçramalardan oluşan evren kayıt defterimde alt alta yazılan rakamlar olarak yorumlanabiliyordu; kıyamet planı üzerinde engin bir dinginlik egemen olmuştu.

o uyum ve yoğunluk anında bir çıtırtı nedeniyle aşağıya baktım.

pluie gözlerini bana dikmişti. “kaçtım,” dedi. “beni ele vermeyin. gidip birini haberdar etmeniz gerekiyor. bunu yapar mısınız?”

o anda , evrenin kusursuz düzeninde bir gedik, onarılması olanaksız bir çatlak açıldığını hissettim.

(*) bir kış gecesi eğer bir yolcu
(**) calvino, zwida, klueder, firari