Archive for Haziran, 2008

“ancak saatler sonra eskisi gibi duru ve keskin düşünebildim”

Posted in Apokalipya, Bâd-ı Hevâ, BibliyAtopya, CurnalAtopya, KreAtopya | 1 Comment »

el_tunel

Yüzünün sevimli olmasına karşı sert birşey gizliyordu. Uzun kestane rengi saçları vardı. Yirmialtı yaşından daha büyük göstermemesine karşın onda yaşını aşan birşey vardı; çok şey yaşamış insanlara özgü o tipik hava.

sinestito

Posted in Bâd-ı Hevâ, BibliyAtopya, CurnalAtopya | sinestito için yorumlar kapalı

” Limonun sarılığı limoun niteliklerinin hepsine bulaşır, limonun her niteliği öbürlerine bulaşır. Limonun ekşiliği sarı, sarılığı ekşidir; bir pastanın rengini yeriz ve o pastanın tadı “besin sezgisi” adını vereceğimiz şeye pastanın biçimini ve rengini sunan araçtır. Bir havuzdaki suyun akışkanlığı, ılıklığı, mavimsi rengi, dalgalılığı. Her biri içinden öbürünü gösteriverir… ”

ahu-dudu! sen yaptın!

Posted in Apokalipya, Bâd-ı Hevâ, CurnalAtopya | 2 Comments »

dudu

*bana dondurma ısmarladılar mühim bir kordinatta.
çünkü evren tam bir transsıfır noktası.

*gecikmiştim, ceza hakediyordum. keyfî bile olsa bir eşdeğerlik ilkesi kabulü ceza dediğin. trans yağ oranı sıfır olan bölgede herşey değişiyor. benim ödül dediğimin adı ceza oluyor.
çünkü evren tam bir çelişki.

*sevdiğimiz omuzlara papağan kondurulursa onların kulakları çınlıyor. sonra zorla banallik üzerine bir söyleme imzam atmam konusunda tehdit alıyorum.
çünkü evren tam bir komplo.

*konuşurken insanı iki pembe-beyaz dondurmalı şekerin ve bonus olarak hemen sol duvarda konuçlanmış onbeş figüranın birden dinlemesi güzel şey.
çünkü evren tam bir hamsi kasası.

*sonra mocaco‘nun yarım dairesinden geçerek girdik kahve içmeye. efsaneye göre tam adını söylemezseniz size içmek istediğiniz şeyi vermiyorlarmış.

*benim neden x maddesi düşen kazandan çıkıp da, power puff girls’e dram yaptığım,
cevatnur’un neden prensescilik okulunda topuklu ayakkabı giyme dersinden hoca ona taktığı için kaldığı,
sonra ahududu aromalı şüröd‘ün hayran kaldığım sesiyle tesbitleri,
trende polonyalılar,
güneybatıda afrikalılar ve portekiz’den bahsettik.

okyucu: portekiz neden her yerden çıkıyor kuzum?
pluie: portekizi ben seçmedim, seçilmiş o.

çünkü evren tam bir macellan.

*ileride ortak bir yeni tavşan seslendirmesi ihtimaline karşı albüm kapağı resmimizi önceden çektirdik.
ses yalıtımlı fanusu icadettik. sonra onu kibrit kutusuna koyduk. canlı müzik hususuyla pek ilgilenmedik. altkomşu çıldırtan türküsünü peçeteye yazmayı düşündük, sonra vazgeçtik.

çünkü evren tam bir delilik.

*semikodüktörleri ve sişarpı sevmiyoruz hepimiz. anlaştık da, diferansiyeldenklem sevmek n’oluyor?
herkes şrödinger’in zamandan bağımsız denklemini sevecek.

çünkü evren tam bir şüröd.

*feneralayı hamdullah s. beyi selamlamamız ve şeker transferini sünger bob mahallinin az ötesinde yapmamızdan sonra balkant dolaylarında sessizharfler malikanesinde son buldu.

*oyuncular evlerine dağılmasına rağmen, kıskandırma ve hava atma çalışmaları tüm gece boyunca azimle sürdürüldü.
ertesi gün cevatnur unuttuğu batıyakası sınavına girecek, şüröd anadoludan gelen numaraları meşgule çevirecek, pluie onlara sebastian yerine supergeniuspetgary almalarını önermeyi düşünecektir.

çünkü evren tam bir kıskançlıktır.

herkeste içi poison dolu pembe yüzük olmaması ve duvardaki asenkronik çentikler moral bozuyor.

zira evren tam bir boy ölçüsü alma yeridir.

pluie


il trionfo della morte

Posted in Apokalipya, Bâd-ı Hevâ, BibliyAtopya, CurnalAtopya, KreAtopya | 1 Comment »

plu

“İşte canlı bir insanım, nefes alıyorum.

Hayatımın öz maddesi ne?

Hangi güçlerin, hangi kuralların hükmü altında?

Ben kendimin değilim, ben kendi elimin altından bile sıyrılıp kaçıyorum.

Durmadan çalkalanan , tehlikeli bir yüzey üzerinde durmaya zorlanan br kişi, nereye basarsa bassın, nasıl kendini sürekli olarak destekten yoksun duyarsa benim varlığımı duyuşum da bu adamın durumundan pek farklı değil.

Sürekli bir korku içinde kıvranıyorum ama daha bu korkunun da ne olduğunu pek iyi bilemiyorum.

Yakından izlenen bir kaçağın korkusu mu, izleyip de asla amacına ulaşamayan bir kimsenin kaygısı mı? İyice kestiremiyorum.

Hem o, hem bu belki de…”