Archive for Ağustos, 2009

Ağacı Yıldırım Beni Huzur

Posted in Apokalipya, CurnalAtopya | 1 Comment »


“Ne ister kalbim, ayaklarım ne arar
Ormanı artık göremeyecek miyim ben?
Yeni ayrıldığım yerlerdi benim yurdum
Gece karanlığında şehre giden yolda
Birden duruyorum.
” (
K. Hamsun)

Kendi kendini doğuran neşenin, hareketin, neredeyse nefes almadan konuşma alışkanlığının aniden kesilivermesi için gerçeğin sırrının  şimşek hızında teması yeterliymiş demek.

Şehirden uzak; gökle öpüşürken baharda sonsuz yeşil , şimdi sonsuz sarı bir düzlükte tek bir ağaçmış sanki o neşeler, kahkahalar, eğlenmeler. Bir yıldırım saniyelik  dokunmayla yarmış onu ortadan. Şimdi kim iddia edebilir ovanın daha düz olmadığını? Her şeyin daha sakin olmadığını? Benim huzur nedir bilmediğimi?

serap olsun cevap, bilmeyene hitap

Posted in Apokalipya, Bâd-ı Hevâ, CurnalAtopya | 2 Comments »

“Gerçek” girsin diye açılan pencere – sorulan bir soru ya da suskun geçen bir kaç dakika diyebiliriz bu pencereye- o kadar boyumuzdan yüksekte, o kadar küçük, parmaklıkları öyle sıkı bir pencere ki; aradığımız “gerçek” doğrudan gelse ve  sadece bir zerresini parmaklıktan geçirmek istese, onu da kendi rengine boyayıp kandıracağından korktuğum bir mahzende kaldığımızı sanıyorum geçici ama uzun dakikalarda burada.

Ne sorulan sorunun, ne verilecek cevabın bir hükmü kalıyor aramızda. Önce bir iman etmek lazım. Neye, ne ad verdiğimizi oturtmanın gereğine elifi elifine tam inanmak lazım ki , gerçeğin gerçekliğinin bizim için ne demek olduğunu görelim. Yoksa bu güneş almaz mahzenin yanında gerçeğin gerçekliği öyle zahir oluyor ki, zuhurundan gaip kalıyor.

“this something better not to be”

Posted in Apokalipya, Bâd-ı Hevâ | “this something better not to be” için yorumlar kapalı

Tam bu merdivenlerde başka bir yerde yakalayamayacağım, arasam bulamayacağım mucizemsi bir şeyleri, kendimle ya da herhangi bir şeyle ilgili ipuçlarını keşfedecekmişim, farketmediğim ama aslında varolan bir problemi ve onun çözümünü saniyelik bir farkedişle hayrete düşe düşe bulacakmışım gibi geliyor.

Her seferinde hiç aksamadan, hep burada bu böyle oluyor. Aynı yerde heyecanlanıp hep bunu düşünüyorum.

Basamaklar biter bitmez az önce aniden parlayıveren yol gösterme kandili haber vermeden sönüyor. Daha bir kaç nefes alma öncesi duyumları açıldığına, zihni keskinleştiğine, oltanın hareketini hissettiğine inanan ben değilmişim gibi  vurdumduymaz  hale hızla yeniden gömülüp hemen solda bana ayrılan odaya ayaklarımı sürerek giriyorum.

Bu durumda aradığımı hayal ettiğim, aslında  var olduğunu uydurduğum şifreyi bulamamış oluyorum ve vakit kaybetmeden bunu hatırlamamak için hemen uyuyorum.